Notice: Undefined variable: grid_data in /home/u8284090/sen.av.tr/assets/php/function.php on line 84

Prof. Dr. Ersan Şen


Notice: Undefined variable: grid_data in /home/u8284090/sen.av.tr/assets/php/function.php on line 84

Siyasi Partilerde Yapılan Seçimlerin İptali Davasında Yetki Sorunu

29.09.2025 / Prof. Dr. Ersan Şen

Siyasi partilerle ilgili düzenleme Anayasanın 68 ve 69. maddelerinde yer almakta ve Anayasa madde 69’un son fıkrası olan 11. fıkranın yaptığı atıfla siyasi partiler hakkında 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu uygulanmaktadır. Siyasi partilerin kuruluşları, çalışmaları ve faaliyetleriyle kapanışı veya kapatılması 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu hükümlerine göre yapılmaktadır.

Milletvekili genel veya ara seçimleri ile Cumhurbaşkanı ve mahalli idareler seçimleri Anayasanın m.79 ve m.127/3 atfıyla Yüksek Seçim Kurulu gözetimi ve denetimi altında yapılır. Bu seçimlerde YSK, il ve ilçe seçim kuralları “Seçim Yargısı” sıfatıyla münhasır yargı yetkisine sahiptir. Seçim üst mahkemesi olan YSK’nın bu seçimlerle ilgili vereceği kararlar kesindir. Benzer yönde bir düzenleme siyasi partiler bakımından Anayasa m.68’de, 69’da ve 79’da yer almadığı gibi, 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nda siyasi partilerde yapılacak seçimlerde YSK’nın, il ve ilçe seçim kurulların münhasır yargı yetkisine sahip olduğuna dair bir hüküm bulunmamaktadır.

2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nda; YSK, il ve ilçe seçim kurulları ile adli yargı kolunun medeni muhakeme bölümü olarak bildiğimiz sulh ve asliye hukuk mahkemeleri yani genel mahkemeleri karşı karşıya getiren iki madde bulunmaktadır. Bunlardan birisi Siyasi Partiler Kanunu m.21, diğeri m.121/1’dir. 2820 sayılı Kanunun 21. maddesi siyasi partilerin kurultay ve kongrelerinde yapılan seçimlerde seçim yargısına yetki tanırken, bu konuda diğer seçimlerde olduğu gibi münhasır yetkisinden bahsetmediğinden, bunun yerine Kanunun 121. maddesinin 1. fıkrasının yaptığı atıfla 4271 sayılı Türk Medeni Kanunu, 5253 sayılı Dernekler Kanunu ve buralardan kaynaklanan ihtilaflarda da 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu uygulanabilirlik kazanmıştır. Adli yargı mahkemelerince çözülecek ihtilafların kanun yolu, istinaf ve temyiz kanun yollarıdır. İhtiyati tedbir kararları bakımından sınırlı şekilde itiraz ve itiraz üzerine istinaf kanun yolu öngörülmüştür.

Yeri gelmişken;

Seçimlerde yapılan usulsüzlüklere ilişkin ceza hükümleri ise, 298 sayılı Kanunda ve 2820 sayılı Kanunda ayrı düzenlenmiştir. 298 sayılı Seçim Kanununun 152. maddesinde haksız oy temini suçu düzenlenirken, bu yönde bir hükme 2820 sayılı Kanununda haksız oy temini suçuna yer verilmemiştir. Oylamaya hile karıştırılması suçunu düzenleyen 2820 sayılı Kanunun 112. maddesinde, “yapılan oylamalara ve bu oylamaların sayım ve dökümüne hile karıştıranlar” fiili suç sayıldığından ve bu hüküm haksız oy teminini kapsamadığından, siyasi partilerde yapılan seçimlerde delegelerden menfaat karşılığı oy temini iddiasının suç olarak düzenlenmediği, “suçta ve cezada kanunilik” prensibi kapsamında haksız oy temini fiilinin 2820 sayılı Kanunda yasal karşılığının olmadığı görülmektedir.

Yazı konumuz; Siyasi Partiler Kanunu’nun 21. maddesinden kaynaklanan ihtilafın çözümü olmayıp, bunun dışında kalan ve Türk Medeni Kanunu’nun “Kararın iptali” başlıklı 83. maddesi çerçevesinde ele alınacak dava ve sonuçlarla ilgilidir. Mevcut durumda; yukarıda açıkladığımız nedenlerle, Türk Medeni Kanunu m.83’ün tatbikini ve genel mahkemelerin yargı yetkisini engelleyen bir düzenlemenin Anayasada ve 2820 sayılı Kanunda yer almadığını ifade etmek isteriz.

Pekala bu durumda Türk Medeni Kanunu m.83’den kaynaklanan davalarda hangi yer mahkemesinin yetkili olduğunu tespit etmemiz gerekir. Burada bahsettiğimiz mahkeme asliye hukuk mahkemesi olup, bu davalarda sulh hukuk mahkemesinin görevli olmadığını, bir davada sulh hukuk mahkemesinin görevli olabilmesi için ilgili kanunda bu yönde açık bir hükmün bulunması gerektiğini belirtmek isteriz. Asliye hukuk mahkemeleri; malvarlığı ve şahıs varlığı davalarında genel görevli mahkeme olup, kanunlarda özel mahkemelerin görevi açıkça belirtilmedikçe asliye hukuk mahkemeleri görevlidir (HMK m.2).  Türk Medeni Kanunu m.83’den kaynaklanan davalarda özel mahkeme veya sulh hukuk mahkemesi görevlendirilmediğinden, asliye hukuk mahkemesini görevli mahkeme olarak kabul etmemiz gerekir.

Türk Medeni Kanunu’nun 83. maddesinde, yetki konusu ayrıca düzenlenmediğinden, bu konuda Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yetkiye ilişkin hükümlerine bakılmalıdır.

Bu kapsamda dikkate alınması gereken düzenlemeler şunlardır:

1. Genel yetkili mahkeme, davalı gerçek veya tüzel kişinin davanın açıldığı tarihteki yerleşim yeri mahkemesidir (HMK m.6)

2. Genel yetkili mahkemeye ilişkin kurallar yanında ayrıca özel yetkili mahkemelere ilişkin kurallara bakılmalıdır. Bu kapsamda, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun şu iki maddesi akla gelebilir:

a) Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 14. maddesinin 1. fıkrasında; bir şubenin işlemlerinden doğan davalarda, o şubenin bulunduğu yer mahkemesinin de yetkili olduğu, ikinci fıkrasında ise, özel hukuk tüzel kişilerinin, ortaklık veya üyelik ilişkileriyle sınırlı olmak kaydıyla, bir ortağına veya üyesine karşı veya bir ortağın yahut üyenin bu sıfatla diğerlerine karşı açacakları davalar için, ilgili tüzel kişinin merkezinin bulunduğu yer mahkemesinin kesin yetkili olduğu belirtilmiştir.

b) Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 16. maddesinin birinci fıkrasında; haksız fiilden doğan davalarda, haksız fiilin işlendiği veya zararın meydana geldiği veya gelme ihtimalinin bulunduğu yer veya zarar görenin yerleşim yeri mahkemesinin de yetkili olacağı düzenlenmiştir.

Burada öncelikle, kesin yetki kuralı düzenleyen Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 14. maddesinin 2. fıkrası üzerinde durulmalıdır; zira eğer bir uyuşmazlık için kesin yetkili mahkeme mevcutsa, diğer mahkemelerin bir yetkisi yoktur. Bir başka ifadeyle, kesin yetki diğer yetki kurallarını bertaraf eder.

HMK m. 14/2’de “bir ortağın yahut üyenin bu sıfatla diğerlerine karşı açacakları davalar” denilmekle, üyelerin sadece diğer üyelere karşı açacağı davaların mı yoksa üyelerin aynı zamanda tüzel kişiye karşı açacağı davaların da kastedilip kastedilmediği net şekilde anlaşılamamaktadır. Madde gerekçesinde, maddenin üyelerin tüzel kişilere karşı açacağı davayı da kapsadığı ifade edilmiştir, ancak gerekçe bağlayıcı değildir. Nitekim bu konuda iki yönde de görüşün bulunduğu görülmektedir. HMK m.14/2, üyenin tüzel kişiye karşı açtığı davayı kapsamıyorsa yetkinin belirlenmesinde şu şekilde hareket edilebilir:

1. Bir şubenin işlemlerinden doğan davalarda, o şubenin bulunduğu yer mahkemesi yetkili olduğundan davanın şubenin bulunduğu yerde açılabilmesi mümkündür.

2. Burada genel yetkili kuralı da uygulanmaya devam eder. HMK m.6 gereği, dava davalının merkezinin bulunduğu yer mahkemesinde de açılabilir.

3. İptal davası iradeyi sakatlayan fiillerin mevcut olduğu iddiasıyla açılmışsa, bu durumda haksız fiilden kaynaklanan dava mevcuttur.  Bu nedenle, HMK m.16 gereğince, haksız fiilin işlendiği veya zararın meydana geldiği veya gelme ihtimalinin bulunduğu yer veya zarar görenin yerleşim yeri mahkemesi de yetkilidir.

4. İhtiyati tedbir talebi görevli ve yetkili mahkemeden istenebileceğinden (HMK m.390/1), sadece yukarıda gösterilen mahkemeler ihtiyati tedbir kararı verebilir.

Sonuç olarak; TMK m.83’den kaynaklanan davalarda yetkili mahkemenin tespitinde HMK m.14/2’nin kapsamının önemli olduğu, bu maddenin üyenin tüzel kişiye karşı açtığı davayı kapsadığı kabul edilirse, tüzel kişinin merkezinin bulunduğu yer mahkemesinin kesin yetkili olduğu,

Bu yetkinin diğer yetki kurallarını bertaraf ettiği, HMK m.14/2’nin üyenin tüzel kişiye karşı açtığı davayı kapsamadığı düşünülürse, davanın şubenin (tüzel kişiliği haiz olmayan il veya ilçe temsilciliğinin) işleminden kaynaklanması sebebiyle şubenin bulunduğu yer (HMK m.14/1) mahkemesinde, genel yetki kuralı gereği davalının yerleşim yeri mahkemesinde, ayrıca haksız fiilin işlendiği veya zararın meydana geldiği veya gelme ihtimalinin bulunduğu yer veya zarar görenin yerleşim yeri mahkemesinde davanın açılabileceği, bu durumda davacının bu yer mahkemelerinden istediğini seçebileceği düşünülebilir.

Dava, her durumda tüzel kişiliği bulunan ve hak ehliyeti sahibi olan merkez teşkilatı “davalı” gösterilmek suretiyle açılabilir. Dava dilekçesinde “izafeten” yazılmak suretiyle temsilciliğin ismine yer verilse bile, açılan davada tüzel kişiliği muhatap alma zorunluluğu devam eder.